Toplumsal disiplin yöntemimiz KORKU mu? Duygusal farkındalık
Korku, insanın görünen yada
görünmeyen tehlikeler yada anlayamadıkları durumlar karşısında gösterdikleri en
doğal tepkidir. Aslında korkular bizi uyarıp kendi savunmamızı sağlayan bir
düzenektir. Yeni durumlar insan bilincine her zaman ürkütücü gelir. Özellikle
ilk yıllarda çocuk çevreyi yeni tanıdığından korkuların çokluğu normaldir.
İnsan kendi korkularını yene yene olgunlaşır.
İlk 4 yaşta yüksek sesten, gök
gürültüsünden, karanlıktan ve en çokta anne-baba (güven teması) ayrı kalmak
korkusu vardır. İki yaşında bir çocuğun kalabalık ortamda annesini gözden
birkaç dakikalığını kaybetmesi bile panik nedenidir ki bazı ebeveynler bunu
“uslu durmazsan seni bırakıp giderim yada seni pazarcı amcaya veririm gibi ileriki
yaşamında temel güven duygusunu derinden sarsacak kişilik problemlerinin
temelini atarlar.
Dört yaştan sonra korkular yavaş
yavaş azalır ve daha somutlaşır. 7 yaş öncesi düşünme ve kıyaslama yetilerinin
sınırlı olması gördükleri ve duyduklarını benzeterek çarpıtarak abartarak korkulu
sonuçları çıkartmalarına neden olur. Bu nedenle çocuğun duygularını dinlerken
bulunduğu çağın özellikleri kapsamında değerlendirilmelidir.
Çoğu ailede korkutma bir disiplin
yöntemi olarak kullanılmakta buda çocuğu koşullu sevmeyi öğreten bir kalıp
olarak bilinçaltına değersizlik duygusuyla kodlanmaktadır. Ancak bazen aileler
çocukları hiç korkutmadıklarını övünerek anlatsalar da yapılan görüşme
sırasında anne babanın kendilerinin birçok korkusu ortaya çıkmaktadır. Örneğin;
yanına köpek yaklaşınca çığlık atan, evde böcek görünce sandalyenin üstüne sıçrayan,
eşi evde yokken çocuklarıyla yatan, kapıya iki kilitten fazla kilit taktıran,
asla yabancılarla konuşma diye sıkı sıkı tembihleyen ebeveynler farkında
olmadan kendi korkularını çocuklarına bulaştırırlar. Tüm bunların hiçbirinin
olmadığı halde çocuk korkuları ortaya çıkan ailelerde aşırı koruyucu aile
modeliyle karşılaşılmaktadır. “Aman düşersin”, “sen dökersin ben yedireyim”,
“karşıya geçemezsin beni bekle” davranışları çocuğu çevrenin tehlikeli bir yer
olduğu inancını yerleştirir ve özgürlüğü bu denli kısıtlanan çocuk neyin
tehlikeli neyin değil olduğunu ayırdedemediğinden özgüveni asla gelişemez ve
bağımlı kişilik haline dönüşür.
Yine çocukta korkuyu geliştirme,
sindirme yöntemi. ” Beni üzersen hastalanır ölürüm” yada “Allah baba seni taş
eder” kalıplarıdır. Bu çocuğu kaldıramayacağı bir duygusal sorumluluk
yüklemektir. Ayrıca Tanrı inancını annesini ondan alan ve kendisini taşa
çeviren olarak kodlanacağından her zaman ilahi güce karşı bastırılmış öfke
kazanılır ve tanımlayamadığı bu güç her an her şeyi elinden aldığı inancı bozukluğu, depresifliğe neden olur.
Çocuklarımızı disiplin etmek
adına duygusal yoksunluğa yada kişilik bozukluklarına temel atmamak elbette
duygusal farkındalık geliştirip iletişiminizi sağlıklı bir yola kanalize etmek mümkündür.
Kendi ile barışık tüm duygularını ifade edebilen bireyler yetiştirmek
çocuklarımıza hayat başarısı hediye etmektir ki, bu her ebeveynin hayalidir.
Duygularımız bize, gerçek de neye
önem verdiğimizi söyleyen yol haritalarıdır. Ve haritasını iyi okuyan her zaman
sağlıklı, mutlu ve başarılı olacaktır. Duygularımızı anlamak ve blokajlarımızı
çözmek için harcadığımız zaman ve efor her zaman bizi daha sağlıklı kararlar
vermemiz için bize katkı sağlar.
Oysa inkar etmek, görmezden
gelmek, kendimizi yok saymakla eşdeğerdir. Kızgınlık, içerleme, öfke olarak
içimizde negatife dönüp birikimlere neden olur ve öfke kontrolsüzlüğü depresyon
ve daha ileriki aşamada her tür ölümcül hastalığın davetiyesidir. Öte yandan en
yoğun ve rahatsız edici duygular bile yargılanmadan,
suçlamadan açıklanabildiğinde
yumuşar ve özgürlüğün ve sevginin anahtarları oluverirler.
O halde en değerli varlıklarımız,
çocuklarımızın da bu konuda desteklenmesi yarın atılacakları hayatta sağlıklı
iletişim kurmaları, mutlu ve başarılı hayattan keyif alan bireyler olabilmeleri
adına aile içerisinde desteklenmelidir. Duygusal olarak kendini ifade edememe,
hırçınlık ve öfke nöbetleri, dikkat dağınıklığı , gece işemeleri olarak da
çocuklarda gözlenebilmektedir.
Çocukların duygusal okur
yazarlıklarını arttırmak adına neler yapılabilir.
·
Çocuğun duygularına saygı gösterin, onu
dinlerken sadece dinleyin, mimikleriniz
dahil küçümseme ve hafife alma içermesin. Duygusu her ne ise önemli olduğu ve
her duygunun sağlıklı olduğu görüşü ile destekleyin. Ancak öğüt vermeyin.
·
Çocuklar adlandıramadıkları birçok duygu ile
doludur. Duyguları hakkında konuşan ancak tanımlamaktan kaçının. Nasıl
hissediyorsun, …… durumunda ne hissettin? ……. Yapmak ister misin? Gibi
önerilerde bulunun.
·
Kendi duygularınızı dile getirin. Bu onların
farkındalığını arttıracaktır. Ben bazen kendimi çok yalnız hissediyorum. Öyle
zamanlarda müzik dinlemek beni çok mutlu ediyor. Bir de seninle sohbet etmek
gibi onu cesaretlendiren tanımları kendi üzerinizden anlatın. Duygularıyla
barışık olmak bunu ifade etmenin zayıflık değil aksine doğru davranış olduğunu
model olsun.
·
Duyguları ifade etmenin istendik yollarını
tanımlayın ki, istemedik davranışlar öfke nöbetleri, ağlama krizleri şeklinde
duygusal boşalmalara ihtiyaçları kalmasın.
·
İletişimin sözel olmayan şekline de saygı duyun.
Ağlamak gibi. Sakinleştiğin zaman konuşabiliriz diyebilirsiniz. Ama ağlama
yapma diye onu anlamadığınız hissine kapılmasına izin vermeyin.
·
Gerçekten dinleyin. Sözünü
kesmeden-yargılamadan- öğüt vermeden. Öğütler çocuğumuzun gözleyebileceği doğru
davranışlarınızdır. Unutmayın kendi hayatınızda uygulamadığınız davranışları
onda beklemeniz sadece size olan saygısını azaltır.
·
Gerektiğinde sınırlar koyarak emniyeti sağlayın.
Bazen sinirli ya da üzgün çocuklar (bunun bir şımarıklık isteği yapılmıyor
ağlaması değil ise)nazik fakat sıkı bir kucaklama fiziksel güvenin yanı sıra
duygusal olarak da güvende olma hissi yaratır.
·
Duygular ve düşünceler arasındaki farkı
kavramalarını sağlayın. Tekme atma vurma gibi davranışları durdururken bile
duygu boşalımını engellemeden saygı duyulabilir. Gerçekten bir şeyleri fırlatarak istiyorsan çoraplarını duvara
fırlatabilirs,in gibi alternatifler önerin.
·
Kendi duygularınız için de destek alın. Bizim çocukları
dinlediğimiz gibi.
·
Kendi duygularınızı çocuğun duygularına
karıştırmayın. Onu kendi algınızla tanımlayın.
·
Kendi duygularınız içinde destek alın, yetişkin
olarak bazen üzüntümüzü, engellemelerimizi, kızgınlıklarımız açıklamamıza gerek
yokmuş gibi düşünürüz.
·
Ne yapabileceğinizle ilgili gerçekçi olun.
Tutamayacağınız sözler vermeyin. Ne kadar harika olursak olalım bazen
başkalarının duygularını tam olarak kendimizi vererek dinlemeye uygun
olmadığımız zamanlar olacaktır.
Fakat çocuklara duygularından
dolayı yanlış şeyler hissettirmeden kendimize mola vermek mümkündür.” Biraz
daha sakinleşmeye ihtiyacın var gibi görünüyor, ben birazdan nasıl olduğunu
görmeye geleceğim” gibi cümleler, onu terk edilmişlik, değersizlik duygusu
yaşatmadan duygularını açıklamaya devam edeceği mesajını verecektir.
Tüm bu
sayılanlarla çocuklarınızla etkili iletişim kurarak daha kaliteli bir yaşam
sürdürebilmeleri için gerekli olan becerilerin ilk aşaması olan duygusal
farkındalığı kazandıracaktır.
Mutlu
çocuk, mutlu aile, mutlu yarınlar demektir.
Esra Dereobalı
Alsancak //3 nısan 2014