- Farkındalık konusunda, “Keşke çok daha geniş imkanlar olabilse “ diyen Esra Dereobalı, İzmir’in geniş parklarında eski Yunan’daki Sokratların dönemindeki gibi konular belirlenip tartışılan ortamlar yaratılmasını öneriyor. Böyle farkındalık geceleri düzenlenmesinin önemli olduğunu belirterek şöyle diyor: “İnsanlar termosuna çayını, kahvesini koyup buluşarak belirlenen konularda, bir uzmanın önderliğinde konuşabilir. Ben böyle bir buluşmada gönüllü olarak programda yer alabilirim. Bu işi yönetenlerin ticari bir kaygı gözetmemesi gerekli. Çünkü spiritüellikle; maneviyatla ilgilenen insanların da kendi içinde egoları farklılaşabiliyor. Biz kendi farkındalık atölyemizde 15 kişilik gruplar halinde film geceleri yapıyoruz. Çok izlediğimiz bir filmin aslında hiç fark etmediğimiz yönlerini buluyoruz. Film sonrasında kahvemizi içerek film hakkında konuşuyoruz. Kimin neyi fark ettiğini, hangi olayların es geçildiğini ortaya koyuyoruz. Çok keyifli oluyor. Çünkü tek başınıza ya da bir arkadaşınızla filmi izlediğinizde farklı bir senteze ulaşılmıyor. Çünkü siz kendinize yakın bakış açısı olan kişileri genelde arkadaş seçersiniz. Ancak hiç tanımadığınız insanlarla bir filmi tartıştığınızda ve bu filmin insan psikolojisi, yaşam, tekamül süreçleri ile ilgili birtakım şeyler bulduğunuzda içsel yolculuğunuz da güzel bir noktaya varıyor. Bu yaşamla olan bağları kuvvetlendiriyor. İnsanlar birbiriyle kaynaşıyor. Bu kendi ruhsal özünüzle ilgili bir durum. Bu yüzden takım tutmaki siyaset ya da bir işteki ast üst ilişkisi gibi değil. Herkes en çıplak haliyle, ‘Bu beni üzdü‘ veya ‘Bu beni çok heyecanlandırdı‘ demeyi başarıyor. Bu da çok keyifli bir şeydir.“
- Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Esra Dereobalı, zihinsel engelli çocuğu olan ailelerin çoğu zaman, bilinçsizlik nedeniyle yanlış uzmanlık alanlarına başvurduklarına dikkat çekiyor. Bu yanlış yönelimin de, hastalığın teşhisini geciktirdiğine vurgu yapıyor. Zaman kaybının hastanın ve ailesinin aleyhine işlediğini belirterek, “Çocukta otizmi çok erken fark edebilirsek, tedavi derek tamamen normal bir hale döndürebiliriz. 0-2 yaş dönemi kaybedilmemesi gereken bir zamandır. Bu donemde aile tutumu ve beslenme bile çocuğun hayatını değiştirebilir“ diyor. Doğru uzmana başvurulmadığında testlerde genellikle iletişim kurulamadığına değinen Esra Dereobalı, bu süreçte gereksiz biçimde ilaç kullanıldığına da dikkat çekiyor. Çocuğun gereksiz kimyasal yüklemeye maruz kaldığını söylüyor. Bu durumun ailenin ekonomik ve psikolojik buhranına da neden olduğuna değiniyor.
ALTIN ÇAĞ PROGRAMI NEDİR?
Esra Dereobalı, Altın Çağ, dediği gelişim programının üç ana başlık içerdiğini belirterek şöyle diyor: “ 0-3 yaştaki çocuklar; okul çağındaki çocuklar; anaokulu çağındaki çocuklar olarak program
üç değişik etapta uygulanıyor. Burada klasik metotların aksine çok daha kısa surede hastayı yaş seviyesine ulaştırmayı hedefliyoruz. Epilepsi hastalarında rastladığımız epileptik kişilik bozukluğuna bağlı ilaç kullanımlarını ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Anksiyete yani endişe, deneyimlenen kaygı, korku, gerilim, sıkıntı hali bozuklukları ve davranış sorunlarını ilaç kullanımı olmadan çözmeyi hedefliyoruz. Hastanın toplumsal uyumunu sağlıyoruz. Kendi kendine yetebilen bireyler haline dönüşmesinin yolunu açıyoruz. Bu üç değişik etapta uygulanan metotla, klasik metotların aksine çok daha kısa surede hedefimize ulaşıyoruz. Ancak normal zekalı çocuklarda yapılan çalışmalarda da algı ve yaratıcılıklarında sosyal problem çözme becerilerinde ciddi artış yaşanıyor. Daha mutlu sorunsuz bir okul hayatına kavuşuluyor. Amacım benim İzmirimdeki zihinsel engelli çocuklardaki bu uygulamamızın daha geniş kitleleri kapsamasıdır.Bu bir sosyal sorumluluktur. Toplumun yarası olan bu çocukların daha kısa surede yaşamla ve insanlarla uyum sağlamasıdır. Het şeyden önce de ailelerin bilinçlendirilmesine yönelik çalışmaların İzmir’de artmasıdır.“
AİLELERİN UYUM SAĞLAMASI
Esra Dereobalı‘nın, engelli çocuk ailelerinin uyum sağlaması ile ilgili bir projesi var. Bu projenin İzmir için de uygun olduğunu düşünüyor. Genelde engelli çocukları, normal okullar ile uyum sağlaması yönünde devlet politikalarının geliştiğine değinen Esra Dereobalı, ailelerin de sorunlar yaşadığına dikkat çekerek şöyle diyor: “Özürlü çocukların aileleri nasıl sosyalleşecek? Bu insanların çocukaırrının geleceklerine yönelik ciddi endişeleri var. Bu doğrultuda ailelerin daha üretken olabileceği projeler geliştirilmeli. Bu çalışlamalar sosyal hizmetler ve belediyelerle işbirliği içinde olabilir. İnsanların engelli çocuklarıyla birlikte birtakım hobiler, kurslar gerçekleştirdiği merkezler açılabilir. Burada sadece kendi engelli çocuklarına değil, herhangi bir engeli olmayan çocuklara da bu merkez açık olmalı.“ Esra Dereobalı’nın bu sözleri üzerine Almanya’da sosyal pedagog olarak yaşayan kuzenim Macide Serpemen’in söyledikleri aklıma geliyor. Macide, yurtdışında engelli çocukların, engeli olmayan çocuklarla bir arada öğrenim gördüğünü belirtmişti. Engeli olmayan çocukların da engelli arkadaşlarına ayrımcı bir tavrı olmadığına değinerek, “Çocuklar anne, baba ya da bir yetişkinden, engelli bir çocuğa yönelik ayrımcı tavır gördüklerinde , model alıp kendileri de uyguluyorlar“ diye konuşmuştu. Esra Dereobalı, bu yaklaşımın ülkemizde de çoğalması gerektiğini söylüyor. İzmir’in de buna öncülük edebileceğine değinerek sözlerini şöyle sürdürüyor: “İzmir aydın insanların coğrafyası. Deniz kenarında yer alması, tarihin içindeki yapısı, birçok önemli olayda lider konumunda bir kent olması ile İzmir, engelli çocuklara ve dolayısıyla bireylere yaklaşım konusunda da diğer kentlere öncü davranışlar sergileyebilir.“
Esra Dereobalı, sağlıklı bir toplum olabilmemiz için çocuk gelişiminde farkındalığın önemine dikkat çekiyor. Aile-eğitimci-çocuk üçgeninde çok şeyin başarılabilceğine vurgu yapıyor. Sorunlara ve hastlaıklara erken tanının önemine değinerek şöyle diyor: “Yarının yetişkinleri olan çocuklarımızın sağlıklı bir toplumda yaşaması için en hassas donem olan 0-6 yaş ve devamında okul çağı diye adlandırdığımız 7-11 yaş çok önemlidir. Bu önemi kaygılarla geçirmek yerine işin uzmanları ile iletişime geçelim. Hayatımızdaki çileleri bir bir çözümleyelim. Ayakları üzerinde duran, sorumluluk sahibi, kendi kararlarını verebilen bireyler yetiştirelim.“
Esra Dereobalı, bir kişi bile acı çekerken diğer kişilerin gerçekte mutlu olamayacağını anlamasının da bir farkındalık bilinci ile geliştiğine dikkat çekiyor. Bu bilince erişilmemesindeki ısrara yönelik, “Daha kaç depremin yeryüzünü yutması, kaç madenin kanla yıkanması gerekiyor?“ diye sorarak şöyle diyor: “Vücudun bir organı eridiğinde kanserle karşılaşırız. Toplum da bir vücudun organları gibidir. Bir tek kişinin acısı bir şekilde diğerlerini etkiler. Kavga edip kapıyı yüzen çarptığınız kişileri bir daha görmeyebilirsiniz. Bu şekilde ayrılık da sizde büyük yaralar açar. Bu yüzden sevdiklerinize sarılın. Konuşun. İletişim kurmaya çalışın. Size olumsuz davranalara da… Çünkü sevilen ve güvenilen kişi içindeki olumlu potansiyeli ortaya çıkarır. Sevginin kapatamayacağı yara, meleğe çeviremeyeceği şeytan yoktur.“
26 Haziran 2014 Perşembe
HAYAT FARKINDALIKLA BAŞLAR... (9 eylül gzt. röportaj )
25 Haziran 2014 Çarşamba
YENİ NESİL , YENİ BİLİNÇ...
YENİ NESİL, YENİ BİLİNÇ;
Bana yeni bir şey söyle, teknolojiyle
kirletilmemiş olsun. Sanırım bu aralar çokça duyduğunuz bir kelime
‘’kirlenmek’’. Sular kirleniyor. Doğa yok oluyor. Besinle GDO’lu, kanunlarda yiyecekleri
çok koruyor gibi görünmüyor. Biz yetişkinler bolca şikayetçiyiz bu durumdan,
sosyal medyada tepkiler koyuyoruz. Dost meclislerinde bu kadarıda fazla diye
yakınıyoruz. Peki ama gelecek nesli ve onlara miras bırakacağımız doğa için ne
yapıyoruz? Sanırım bu konuda STK lar kadar anne babalara çok daha fazlasıda
eğitimcilere düşüyor.
Bana kalırsa doğayı korumanın tek
yolu var. Yeni nesli bilinçlendirmek, ne yemeli ne yememli konularını didaktik
yöntemlerimizi çöpe atıp zaten bir yaşam formatı haline sokmanın projelerini
üretmekten geçiyor.
Anaokulları ve kreşlerde (ki maliyet
olarakta son derece düşük çörekler üretilebilir mesela…) menüler tamamen
değişebilir. Meyve ve taze hatta çiğ sebzeye yönelik alkali (vücudun asit baz
dengesini gözeten) menüler
oluşturabilir. Un yerine yulaflı ve kuruyemişlerden oluşan kurabiyeler akşam
üstü kahvaltılarına renk katabilir. Çocuklar şekerlemelerden ve çikolata
benzeri hazır gıda ürünlerden meyveli yoğurtlardan uzak tutmak adına günlük aktivite çizelgelerine yoğurt yapımı,
kefir yapımı gibi aktiviteler ve atölye çalışmaları eklenebilir. Bu sayede
çocukların özendikleri ürünler farklılaşır her çocuk araştırmaya yatkın ve
yaratıcıdır. Aileler bilinçlendirilerek çocuğa mutfakta kendine ait bir alan
oluşturulabilir ve kendi meyveli yoğurdunu yapabileceği bir atölye bile
kurulabilir. Haydi anneler hem çocuğunuzla birlikte günde 10 dakika etkili
zaman geçirecek hem de kalıcı bir sağlığa kavuşmanın yoluna tüm bilincinizi
kazımış olacaksınız. Bunların hiçbiri uzak yada zor etkinlikler değil. Çocuklar
son derece iyi işbirlikçilerdir unutmayın, size çok şey öğreteceklerdir.
Çevre bilincini edindirmenin yolları
pet şişeler, camlar, naylonlar ayrı kutulara atılması ve bu çocuğunuzun
sorumluluğunda olabilir. Buyrun size küçük yaz için sorumluluk alma, eşleştirme
ve gruplama becerisi etkinliği J
Belediyeler pet şişe kumbaralarına
reklam balonları koysa mesela fena mı olur? Pet şişesini plastik geri dönüşümü
kutusuna atan çocuğun bir balonu, bir kokartı olsa sizce etraftaki pet şişeler
havada uçuşurmuydu?
Eğitimciler sınıflarının camlarına aynı
bitkiden iki saksı birleştirse birine hergün diğerine asitli içecek dökse o
bitkinin ölümüne şahit olan bir çocuk sokaklarda zararlı içecekler içmek adına
kendini yerlere atarmıydı?!
Sayın çevreciler yürüyüşler, pankartlar
güzel ama hedef kitleniz çocuklar olmalı belediyeler sağlıklı yeni nesil
bilinci atölyeleri kurmalı, kendi oyuncağını bile üretebilir bir çocuk.. bu
projeler açık belediyelerde olmalı elbette.. Çevreyi ancak çocukları eğiterek
koruyabilirsiniz
FARK EDİN!
Esra DEREOBALI
02.06.2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)