1 Şubat 2014 Cumartesi

ENİNE BOYUNA SÜT ANNE …






ENİNE BOYUNA SÜT ANNE …

Son günlerde bir süt anne tartışmasıdır gidiyor. Bir açıdan bakınca ne hoş bir yaklaşım diyor insan, öbür açıya geçince bakışım içimi acıtan istatistikler… Değiştiriyor gözlüğümü bir daha bakıyorum Sağlık Bakanlığı’nın ‘’ son altı yılda bebek ölümlerini % 50 düşürdük..’’ açıklamalarını görüyor umutlanıyorum , çıkartınca gözlüğümü, doktorların ‘’ henüz anne sütünün genetik kodu değiştirip değiştirmediğini bilmiyoruz..’’ söylemleriyle çarpışıyorum. ŞİMDİ KİM DOĞRUYU SÖYLER?! BİZE…

Anne sütü bankası ya da kliniği ile ilgili çalışmalardaki gereksinim bebek ölümlerindeki beslenme yetersizliği olarak öne sürülmektedir. Oysa ki bir söylemi vardır, Sağlık Bakanlığının; son altı yılda bebek ölümlerinde % 50 düşüş sağlandığıyla ilgili. Ki bunu TUİK raporlarında da görmek mümkündür. Türkiye Aile Hekimleri Derneği yönetim kurulu başkanı Sn.Girginer’ in açıklamalarında da Dünya Sağlık Örgütü (WHO) araştırmalarında, dünya ve Asya ortalamasının binde 40 olduğu, hükümetin aile hekimliği politikası sayesinde, bu oranın binde 10 lara düşürüldüğü belirtilmektedir. Çünkü artık hamilelikleri çok rahat takip edebildikleri, yeni doğanı kolaylıkla izleyebildikleri, riskli gebeliklere müdahale edebildikleri, aşılama ve beslenmede başarı sağladıkları gibi harika haberler vermişlerdi çok kısa bir zaman önce. Yine TUİK raporlarında artık doğumların %98’inin hastahanelerde yapıldığı da ülkemizde doğum ve anne bebek sağlığına verilen önemin arttığının ispatlarından biridir, ki bu raporda
bebek ölüm hızının binde 40 lardan binde 8 lere düştüğü de belirtilmektedir.
Ama hala ölüm var ve biz bunların da önüne geçmek istiyoruz; bir bakalım yeni doğan ihtiyaçlarına; en çok anne sıcaklığına, şefkatine, tenine, korunmasına, huzura ihtiyacı olduğunu unutmadan; ki bunlardan yoksun kalmanın adı hospitalizm olup çok ciddiye alınması gereken bir teşhistirİ; farkında mısınız? Bunu sağladınız diyelim; anne doğuma hazır, mutlu refah içinde bir gebelik sürdü…. ki daha önceki yazılarda tartışmıştık, bu ülkede 18 yaşından küçük kızını evlendirebilmek için 2012 yılında mahkemeye başvurmuş 17 bini aşkın babayı ve bu davalara bakarak insan hakları çocuk hakları ve yasaları yok sayan hukukçuları göz ardı ederek, dedik ki çok mutlu hamilelik geçirdi anneler !?.. aşkla doğurdular, çocuklarını muhteşem hastahane ortamlarında!?? Akraba evliliklerini de önlediniz ?!! Genetik hastalıkların önüne geçtiniz ?!! bunlardan ölmüyor artık bebeklerimiz SAĞLIKLA DOĞDU;  tek eksik anne sütü ?! Bu ülkede kaç hastahanede sağlıklı ve yeterli yeni doğan ünitesi var sanıyorsunuz? Hastahane enfeksiyonları kaç tane henüz yeni doğan bebeğin vücudunu istila ediyor haberiniz var mı? Bebek ölümlerinin ilk bir yıl içinde % 67 sini oluşturan konjenital malformasyonları, enfeksiyonları, prenatal asfiksi, metabolitik hastalıkları önlediniz mi? Herşeyden önce yeterli sayıda yeni doğan için eğitilmiş personeliniz var mı? Sağlıklı gebeliklerle ilgili tüm önlemler alındı mı? Tüm sorulara cevabınız EVET ise; soruyorum Aile Hekimleri Derneği, Sağlık Bakanlığı ve tüm tabipler neden her yerde ‘’bebek ölümlerinin %60 ı yoğun bakıma duyulan ihtiyaç ve bebeklere uygun şartlarda tedavi sağlanamamasından olmaktadır ..’’…. ‘’ .. ve bu konuda tüm çalışmalar sürdürülmektedir açıklamaları yapıp durmaktadırlar? Elbette bebek ölümlerinin ikincil nedeni beslenme yetersizliğidir. Ancak bu da 6. Aydan itibaren ek besine geçilen bebeklerde vitamin ve mineral eksiklikleri nedeniyle denildiği basın açıklaması Sn. Girginere ait değil midir ?
Tüm hastahaneleri hazırladıysanız, tüm enfeksiyonları teşhis ve tedavi edebilecek ilim ve bilime ulaştıysanız, bir de hekimlere kulak vermek gerekmez  mi? Anne sütü konusundaki başta Türk Neonatoloji Derneği (yeni doğan ile direk ilgili Hacettepe Üniversitesinde kurulu bir dernektir.) açıklamaları tüyler ürpertmektedir. ‘’ANNE SÜTÜNÜN GENETİK YAPIYI DEĞİŞTİRİP DEĞİŞTİRMEDİĞİ halen bilinmemektedir. Anne sütü bankacılığı kan bankacılığından bile önemlidir; çok ciddi bir iştir.. ‘’ demekteler. Çünkü anne sütü ile HIV, CMV, aids, hepatit B ve C ve henüz bilinemeyen her tur virüs bulaşabildiği gibi, vericinin alkol ve sigara da kullanmaması gerekmektedir. Kaldı ki tıp tarihinin henüz adını koyamadığı pek çok genetik hastalık vardır. Sütün pastörize edilmeden ve tarama yapılmadan korunması mümkün değildir diyen hekimler, vericiye yapılacak testlerin kesinliğini de tartışmaktadır. Hatırlamak gerekir ki bu ülkede pastörize inek sütünden bile zehirlenen onlarca çocuk vardır yakın geçmişte !! ŞİMDİ SORUYORUM SİZE DAHA BU DÜNYAYA YENİ GÖZLERİNİ AÇMIŞ UYUM SAĞLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKEN TAPTAZE BEBEĞİNİZİ VİCDAN RAHATLIĞI İLE BU KADAR RİSKLİ BİR BESİNLE BESLENMESİNE RAZI OLUR MUYDUNUZ?!!!
Süt anneliği elbette kutsal’dır, ve geleneksel yapımızda da mevcuttur. Saygı duyuyorum, ancak; saygı duymak, sevgi duymayı gerektirmiyor elbette. Ülkemizin Diyanet İşleri Başkanlığı bile süt kardeşler evlenemez !! ? diyor; tabi süt akrabanızla evlenemezsin diyen Diyanet İşleri, kan bağı akrabanızla evlenemezsin niye demiyor da hala bu ülkede akraba evlilikleri yapılıyor? anlamak çok mümkün olmasa da; nüfus kütüğüne işlensin uyarısı, Diyanetten geliyor da çok şükür en azından riski kayıt altına almak birilerinin aklına bari geliyor. Ancak, bu doğrultuda başka bir sorunsalla karşı karşıya kalıyoruz ; bu bilgileri kim nasıl koruyacak? Çünkü; kişisel bilgilerin korunması Anayasanın  değişik 20. Maddesi gereği, vatandaşlık hakkı, bu durumda hukukçulara da sormak lazım (?)sağlık için verilen bilginin, nüfus kütüklerine iletilebilmesi uygun mu? Nasıl olur da nüfus memuru, kişisel sağlık bilgilerini kütüğe işleme hakkına sahip olur? Ayrıca TCK 135/2 . madde de ‘’ kişilerin siyasi, felsefi, dini, ırki, ahlaki eğilimleri, cinsel yaşamları ,SAĞLIK DURUMLARINA ilişkin bilgileri veri olarak kaydeden kimse, 3 yıla kadar ağır hapsi istenir ..’’ derken devlet kendi kurumuna kendi eliyle suç işletmiş olmaz mı?
Hal böyle olunca sanırım bu kadar kör düğüme yol açabilecek bir konuda tartışmak da, konuşmak da beni aşıyor. Henüz doğmamış bebekleri bu kadar çapraşık bir kuyuya atmak zorlaşıyor. Süt bankası da, süt anne projeleri de rafa kalkıyor.
Tıp dünyası bütün enfeksiyonlara ve genetik kodlara çare buluncaya....
Hukukçular yasal düzenlemeleri daha demokratik düzleme taşıyıncaya….
Din adamları risk oluşturan tüm evlilikleri önleyinceye …..
Devlet önce zaten doğmuş ve yaşam savaşını sokakta sürdüren çocukların sorunlarını çözünceye ….
Kadınlar, 18 yaş altı evliliklere bu bir şiddettir diyerek karşı duruncaya dek halihazırda olan sorunlarımıza odaklanmak gerekliliği bir kez daha su yüzüne çıkıyor YİNE… bebekler de kendi annelerinin sütleriyle yetinsinler bir süre daha ….
Esra Dereobalı
Çocuk Gelişim Eğitim Uzmanı


31 Ocak 2014 Cuma

ÇOCUK İŞCİLER...




ÇOCUK İŞÇİLER...
Avrupalılaşma yolunda kimlik ve benlik çatışması yaşıyor genç nesil; bir yandan demokratikleşme süreci yaşanırken kendi öz değerlerimizi de sarsıyor muyuz diye düşünmeden edememekteyim. İşin içinden çıkamadığım zamanlarda,  ‘’dibe vurmadan su yüzüne çıkılmaz’’ gibi atasözlerine sığınmaya çalışsam da,  kanımı donduran istatiksel  ölçümlerde  kelimelerin yetersiz kaldığı  duygular kilitleniyor içimde…
Geçen günlerde  TÜİK  ve UNICEF  istatistikleri yayınlandı , bilmiyorum kaçımız haberdar olduk ama ; (artık insanın haber alma özgürlüklerinin bile  yanlı hale geldiği günlerde olduğumuzdan  ) ülkemizde 320.000 (uç yüz yirmi bin) çocuk işçinin çalıştığını bildirdiler. Bunlardan 124.000 (yüz yirmi dört bin) tanesi okula devam etmiyor ve bu çocuklardan 80.000 (seksen bin)’i sokaklarda yaşıyor. Bu çocukları sokaklar mı doğuruyor? Hayır… BM çocuk hakları bildirgesinin 6 . maddesi ;  çocuğun kişiliğinin gelişmesi için anlayış ve sevgiye gereksinimi olduğunu, bilgi, sevgi , eğitim olanaklarının maddi  ve manevi   olarak, aile tarafından sağlanmasında devlet güvencesi altında olduğu, her doğan çocuğa vaad edilmiştir. Ve 9. Maddesinde çocukların her turlu istismar, ihmal ve sömürüye karsı korunması, hiçbir şekilde ticaret konusu olamayacağı, çalıştırılamayacağı, hele ki fiziksel, zihinsel, ahlaki gelişmesini engelleyecek bir işe izin verilmemesi tüm dünya tarafından imza altına  alınmış ve Türkiye Cumhuriyeti  Anayasası’nda da 41 ve 42 . maddelerinde, devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle anne ve çocuğu   kendi koruması altına alır;  ve çocuğun asla eğitim öğretimden yoksun bırakılamayacağı devlet güvencesindedir. Anayasa Madde 18 ise, hiç kimsenin zorla çalıştırılmayacağını öngörüp; sonra bir çocuk yasta bir ergeni, ruhsal–fiziksel- zihinsel, kaldıramayacağı bir sorumluluğun altına sokarak, ailesine bakmak zorunda bırakmak zorla çalıştırmak değil midir?
Bu çocukları eğitim sistemine katmak adına sosyal örgütler ne yapmaktadır?  Devlet bu anlamda nasıl çalışır? Projeleri kim üretir? İstatistiksel bilgiler her yıl dosyalarda, kırtasiye birikimi olsun diye mi yapılır? Zorunlu eğitim çağı denen yaş neye göre belirlenir ve kim tarafından? Bu çocukların yada ailelerin motivasyon kaynakları nelerdir? Eğitim sisteminin keşmekeşliğinde, bir gelişim terapisti olarak cevaplayamadığım sorular var beynimde… ve bu cevaplar kimde gizli  diye düşündüğüm?
Farkında mısınız bilmiyorum ama, canlı bombalar üretiyoruz. Sevmiyoruz, okşamıyoruz, zorunlu diyoruz, kural diyoruz , sorgulama çalış diyoruz, kanun böyle diyoruz, sonra bayram törenlerinde YARINLARIMIZ ÇOCUKLARIMIZ diyen konuşmacıları alkışlıyoruz, bir günlüğüne … bayram hatırına…
Ağacı yaşken sulayıp şekillendirmiyoruz ki çiçeklensin;  büyüyünce beğenmeyip sürekli buduyoruz?!
Her yıl değişen eğitim sistemi kendi dokumuza uygun üretilip projelendirilmiyor;  Avrupa’nın kopyala yapıştır tuşlarıyla habire çekiştiriyoruz; üzerimize bir türlü olmayan formalarımızı deniyor, deneniyor, çürütüyoruz gencecik fidanları; herkese eşitlik diyoruz ama kendi çocuğumuzu kayırıyoruz. Bütünleştirmeyen, ayrıştıran, kanayan, kanatan yarınları gözlerimizi yumduğumuz her çarpık eğitim sisteminde ellerimizle yaratıyoruz.
Sokakta bıraktığınız, el uzatmadığınız, eğitmediğiniz, çalıştırdığınız, bu yaşta hayatın yükünü omuzunuza yüklediğiniz ellerinden neşelerini, oyuncaklarını,  oyunlarını, çocukluğunu aldığınız çocuklar yarın sizin kaderinizle oynayacaklar!
Esra DEREOBALI-30.03.2013